Ehli Beyti seven bir hadis
alimi, Abbasi halifesi Mansur’un
zamanında yaşamıştı. Onun adı Süleyman idi, fakat
A’meş diye meşhurdu. Abbasi
halifesi, Süleyman’ın Ehli Beyt
hakkında hadis naklettiğini biliyordu, bir gün gece
vaktinde halife adamını gönderip Süleyman’ı huzuruna
çağırtır. Elçi Süleyman’ın kapısına gelir ve halifenin onu
huzuruna çağırdığını bildirir. Süleyman kendi kendine dedi
ki: “Hayırdır, bu vakitte beni niye çağırıyor acaba.
Muhakkak Ali bin Ebi
Talib
Aleyhisselam’ın faziletleri hakkında benden
hadisler soracak, onlardan haberdar edersem de beni
öldürecektir.”
(Buradan itibaren Süleyman’ın
dilinden haberi anlatıyorum) Süleyman şöyle anlatmaya
devam etti :
Sonra temizlendim, kefenimi
giydim, gereken kokuyu süründüm ve vasiyetimi yazdım.
Bunun üzerine halifenin huzuruna varmak için yola çıktım.
Huzuruna vardığımda halifenin yanında
Amru bin Ubeyd’i gördüm,
bunun üzerine Allaha şükredip
Amru’nun orada bulunmasını
bana bir yardım olarak gördüm. Halife bana dedi ki: “Ey
Süleyman, bana yaklaş.” Ben de halifenin yanına
yaklaştığımda, Amru’ya, beni
ne için çağırttığını sormak istediğimde, üzerime sürmüş
olduğum kafur kokusu odaya yayıldı. Bunun üzerine halife
bana dedi ki: “Ey Süleyman, senden çıkan bu kokunun ne
olduğunu bana doğru olarak anlatmazsan seni muhakkak
öldürürüm.” Ben dedim ki: “Ey halife hazretleri, elçini
gecenin ortasında yanıma yolladığında, ben kendi kendime
dedim ki : Muhakkak halife hazretleri, Ali’nin faziletleri
hakkında bana hadis sormak için beni istiyor, doğruyu
anlatsam halife beni öldürecek diye düşündüğüm için
vasiyetimi yazdım, kefenimi giydim ve üzerime güzel
kokular sürünüp, huzurunuza geldim.” Ben bunu anlatınca
halife oturdu ve dedi ki: Lâ havle
velâ kuvvete illâ billâhil
Aliyyül Azîm (Güç ve kuvvet
ancak Yüce ve Büyük olan Allah’tan gelir). Sonra bana dedi
ki: “Ey Süleyman, benim adımın ne olduğunu biliyor musun?”
Ben dedim ki: “Ey Halife hazretleri, evet biliyorum.”
Halife bir daha sordu: “Benim adım, nesebim nedir?” Ben
dedim ki: “Adın, nesebin, Uzun Abdullah, Muhammed’in oğlu,
Ali’nin oğlu, Abdullah’ın oğlu,
Abbas’ın oğlu,
Abdülmüttalib’in oğlu.” Bunun üzerine halife bana
dedi ki: “Evet, doğruyu söyledin, Allah ve
Resulullah (saa)’a
yakınlığımın hakkı için, bütün alimlerden şimdiye kadar
Ali hakkında kaç fazilet naklettiysen bana bildir.” Ben
dedim ki: “On bin hadis Ali’nin fazileti hakkında şimdiye
kadar nakletmişim.” Halife dedi ki: “Ey Süleyman Ali
Aleyhisselam hakkında sana iki
hadis anlatsam, senin şimdiye kadar tüm alimlerden
naklettiğin hadisleri eritirdi. Eğer sana anlatacağım
hadisleri Alevilere (Ehl-i
Beyt yandaşlarına)
anlatmayacağına dair yemin edersen sana anlatacağım.” Ben
dedim ki: “Yemin etmem, ama bu hadisleri onlardan hiç
kimseye anlatmayacağım.” Bunun üzerine halife bana
anlatacağı iki hadisi ne zaman ve nerede benden önce
anlattığını kendi hayatıyla bana anlatmaya başladı ve dedi
ki:
Ben zamanında (Abbasilerden
önce) Ben-i Mervan
hakimiyetinden kaçıyordum, böylece şehir
şehir gezip, Ali (as)’ye olan
sevgimden dolayı oradaki insanlardan yardım görüyordum.
Halk, benim Ali (as)’ye olan sevgimden ve onlara
anlattığım faziletlerinden dolayı bana yatacak bir yer,
yiyecek ve bana ikramda bulunup beni her zaman
uğurlamaktaydılar. Böylece hep dolaşıp Şam şehrine
varmıştım. Şam ehli her sabahladıklarında Ali
Aleyhisselam’ı mescitlerinde
lanet ederlerdi. Zira Şam halkı, Harici ve
Muaviye’nin adamlarından
oluşmaktaydı.
Ben yanından geçtiğim bir
mescide girdim, içimde onların hakkında ne bulunuyorsa
vardı. Öğlen namazını kıldım, imam selamladıktan sonra
namazını bitirip duvara yaslandı. Mescidin içinde bulunan
halk namazlarını bitirdikten sonra hepsi ses çıkarmadan,
imama ihtiramen yerine
oturdular. Biz bu haldeyken mescidin içine iki oğlan
geçerler, bunları gören imam dedi ki: “Selam sizlere ve
adlarınız onların adlarından olanlara de selam olsun.
Allaha yemin olsun ki,
sizlerin adlarını Hasan ve Hüseyin verdim ki, Muhammed ve
Âli Muhammed (Ehl-i
Beyt)’e olan sevgimdendir.”
Ben bu haberden çok sevinçli
olarak ayağa kalkıp, o zamanlarda gençliğimde hiç kimseden
korkum olmadığından, şeyhin (imamın) yanına yaklaştım ve
ona dedim ki: “İster misin, sana bir hadis anlatıp
gözlerini sevindireyim?” Şeyh bana dedi ki: “Eğer gözümü
sevindirirsen, ben de senin gözünü sevindiririm.” Ben
şöyle hadise başladım: “Babam, dedemden, o da babasından,
o da Resulullah (saa)’tan...”
Ben buraya varınca şeyh bana dedi ki: “Senin baban ve
deden kimlerdir? “ Bunun üzerine benden hadis
ravilerinin kim olduklarını
öğrenmek istediğini anladım ve ona kendimi tanıttım : “Ben
Muhammed’in oğlu Abdullah’ın oğlu
Abbas.” Sonra hadise başladım:
Abbas, Resulullah
sallallahu aleyhi ve
âlihi ve
sellem ile beraber idi. O anda
Fatıma Resulullah (saa)’ın
yanına geldi ve ağlıyordu. Bunu gören
Resulullah (saa) ona:
“Seni ağlatan nedi ey
Fatıma?” Diye sordu.
Fatıma dedi ki: “Ey baba,
Hasan ve Hüseyin evden erken çıkıp gün
geçtiği halde hâlen eve
dönmediler. Ali (as) ise beş gündür bahçeyi sulamak ile
meşguldür, ben de onları senin menzilinde aradım fakat
hiçbir eserini bulamadım.” O anda Ebu
Bekir, Resulullah (saa)’ın
sağında oturuyordu. Resulullah
(saa) ona şöyle buyurdu: “Ey
Ebu Bekir, kalk, bana
gözlerimin nurlarını bul.” Sonra yanındakilere şöyle
buyurdu: “Ey Ömer, ey Selman,
ey Ebu Zer, ey falan, ey filan
hemen onları bulun.” Böylece o zaman
ashabtan tam yetmiş kişi
Resulullah (saa)’ın
yanına gelip onları bulamadan geri döndüler. Bu durumdan
çok üzülen Resulullah (saa)
mescidin kapısında durup şöyle buyurdu: “Ya
Rabbi, Halil’in İbrahim ve Safiyyin
Adem’in hakkı için, gözlerimin nuru ve bilgimin semeresi
olan Hasan ve Hüseyin’i nerede olurlarsa onları koru ve
sağ salim geri gönder.” Hemen o anda Cebrail inip şöyle
buyurdu: “Ey Resulullah, Allah
sana selam okur ve sana buyurur ki: Endişe edip üzülme,
iki oğlan dünya ve ahirette
faziletlidirler ve kendileri (ruhları) cennettedirler.
Onların üzerine, ayakta ve yatakta olsalar bir melek
görevlendirmişim, onları korur.” Bunun üzerine
Resulullah (saa)
çok sevinip, Cebrail sağında ve
müslümanlar etrafında olmak üzere Hasan ve
Hüseyin’in bulunduğu yere vardılar.
Resulullah (saa) onları
korumakla görevlendirilmiş meleğe selam verdi ve dizleri
üstüne çöktü ve baktı ki, Hasan ve Hüseyin’i boynundan
sarmış ve ikisi uyumaktadırlar. Onları koruyan melek ise
bir kanadını altlarına germiş ve kanadını ise üstlerine
germiş, ikisinin üstüne de yünden bir aba serilmişti.
Peygamber onlara dokunmak
istediğinde ikisi uykularından uyandılar, bunun üzerine
Resulullah (saa)
Hasan’ı ve Cebrail de Hüseyin’i taşıdı.
Resulullah (saa),
sağında olan Hasan’ı ve solunda olan Hüseyin’i öpüp onlara
şöyle buyurdu: “Her kim sizleri severse
Resulullah’ı sevmiştir ve her
kim sizleri buğz ederse
Resulullah’ı
buğz etmiştir.”
Ebu Bekir dedi ki: “Ey
Resulullah, birini bana ver ki,
birini ben taşıyayım.” Resulullah
(saa) buyurdu ki: “En güzel
binici onlar ve en güzel taşıyanlar bunları taşıyanlardır.”
Sonra Ömer de Ebu Bekir’in
söylediğini söyleyince Resulullah
(saa) da ona aynı cevabı verir,
sonra mescide varırlar. Resulullah
(saa) şöyle buyurdu: “Allah,
bu gün oğullarımı şereflendirdiği gibi ben de onları
şereflendirmek istiyorum. Ey Bilal, halkı yanıma çağır.”
Bilal halkı çağırıp, hepsi toplandığında
Resulullah (saa)
onlara şöyle buyurdu: “Peygamberinizden şimdi
söyleyeceklerimi aklınızda tutup sonra
Resulullah şöyle buyurdu,
deyin. Ey insanlar, bu gün en hayırlı dede ve nineye sahip
olanları size tanıtayım mı?” Toplanan halk: “Evet, ey
Resulullah” dediler.
Resulullah (saa)
buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Dedeleri
Resulullah Muhammed, nineleri
de Cennet kadınlarının efendisi
Hadice bin Huveylid’dir.
Ey insanlar, sizlere en hayırlı baba ve anneye sahip
olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet ey
Resulullah” dedi.
Resulullah (saa):
“Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Babaları Ali bin
Ebi Talib
(as) kendilerinden daha hayırlı, Allah’ı ve Peygamberini
seven ve Allah’ın peygamberinin de onu sevdiği gençtir.
Kendisi de İslam’a yararı ve menakıbı
olan zattır. Anneleri ise,
Resulullah’ın kızı ve Cennet kadınlarının
efendisidir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı amca ve
halaya sahip olanları göstereyim mi?” Halk: “Evet, ey
Resulullah” dedi.
Resulullah (saa)
buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Hüseyin’dir. Amcaları
Cafer’dir ki, iki kanadıyla Cennet’te meleklerle uçar,
halaları ise Ebi
Talib’in kızı
Ümm Hani’dir. Ey insanlar,
sizlere en hayırlı dayı ve teyzeye sahip olanları
göstereyim mi?” Halk: “Evet ey
Resulullah” dedi. Resulullah
(saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan
ve Hüseyin’dir. Dayıları
Resulullah’ın oğlu Kasım’dır, teyzeleri ise
Resulullah’ın kızı Zeynep’tir.
Ey insanlar, sizlere bildireyim ki, Hasan ve Hüseyin’in
dedesi, ninesi, babaları, anneleri, amcaları, halaları,
dayıları, teyzeleri, kendileri ve Ali oğullarını sevenler
de bizimle beraber Cennet’tedir. Her kim onları
buğz ederse ateşin (Cehennemin)
içinde olacaktır. Allah’ın katında onların kerametleri
olduğundandır ki, Allah onların adlarını
Şeber ve
Şübeyr olarak verdi.”
Şam’daki mescidin imamı bu
hadisi benden duyunca bana dedi ki: “Sen bu hadisi Ali
(as) hakkında muktedir olduğun halde, durumun (giysilerin)
hiç de iyi değil.” Bunun üzerine bana iyi elbise verip,
beni bir katırın üstüne bindirdi ki, sonra o katırı yüz
dinara satmıştım ve bana dedi ki: “Seni iki kardeşin
yanına göndereceğim ki, ikisi bu şehirdedirler. Sana
hayırları dokunur. Bu iki kardeşten biri toplumunun imamı
idi, her sabahladığı gün Ali (as)’yi bin kere lanet ederdi
ve her Cuma günü ise Ali (as)’yi dört bin kere lanet
ederdi. Fakat bu gün, o adam Ali’yi sever, çünkü Allah,
onun nefsindekini değiştirdi ve soranlar için onu bir
işaret kıldı. Onun kardeşi ise anasından doğar doğmaz
Ali’yi severdir, hadi sen onların yanına var.” Ey
Süleyman, Allaha yemin olsun
ki, şeyhin bana vermiş olduğu katıra bindim ve o gün çok
acıkmıştım. Şeyh, mescitteki toplum ile beraber o iki
kardeşin kapısına kadar benimle beraber geldiler. Şeyh
bana dedi ki: “Çekinmeden içeri geç.” Ben kapıyı vurunca
etrafımda olanların hepsi kaçtılar. Kapıyı esmer biri açtı,
beni ve katırı görünce dedi ki: “Selamün
aleyküm,
Allaha yemin olsun ki, falan şeyhin sana katırını
vermesi, senin Allah’ı ve Resulunü
sevdiğini göstermekten başka bir şey değildir. Eğer beni
sevindirirsen, ben de seni sevindiririm.”
Ey Süleyman, Allah’a yemin
olsun ki, şimdi duyacağın hadisi aynen o esmer adamla
konuştum, dedim ki : Babam dedemden o da babasından, dedi
ki: Resulullah (saa)
ile evinde beraber otururken Fatıma
(sa) Hüseyin’i taşıyıp,
ağladığı halde yanımıza geldi.
Resulullah (saa) onu
karşılayıp, Hüseyin’i aldı ve ona buyurdu ki: “Seni
ağlatan nedir, ey Fatıma?”
Fatıma dedi ki: “Ey baba,
Kureyş’in kadınları benim
elimde olan mala bakıp dediler ki: Baban seni hiçbir şeye
sahip olmayan biriyle evlendirdi.” Bunun üzerine
Resulullah (saa)
şöyle buyurdu: “Dur, acele etme. Senden mi bunları
duyacaktım? Ben seni evlendirmeden önce Allah seni, Arşın
üstünde evlendirdi ve buna Cebrail,
Mikail ve İsrafil şahid
oldular. Şanı yüce olan Allah dünya ehline baktı ve
aralarından babanı seçip onu peygamber gönderdi. Sonra bir
daha dünya ehline baktığında kocanı seçip, seni onunla
evlendirmemi bana vahyetti ve
onu kendime vasi ve vezir edinmemi emretti. Ali insanlar
içinde en şeci kalbe sahip olan, en fazla bilgiye sahip
olan, en fazla hilme sahip
olan, en önce İslam olan, en adaletli paylaştıran ve en
güzel yaratılışa sahiptir. Ey Fatıma,
ben Hamd bayrağını ve
Cennet’in anahtarlarını elime alıp, onları Ali’ye
vereceğim. Böylece Adem ve tüm evladı onun bayrağı altında
toplanacaklarlardır. Ey
Fatıma, o gün ben, Ali’yi
havuzumun başına sahip kılıp, ümmetimden tanınanları
havuzumdan içmelerine izin verecektir. Ey
Fatıma, oğulların Hasan ve
Hüseyn Cennet gençlerinin
seyyidleridir, onların adları
önceden Tevrat’ta da mevcut idi. Onların adları Cennet’te
Şeber ve
Şübeyr idi, fakat Muhammed’in Allah katındaki
kerametinden ve onların da Allah katındaki kerametlerinden
dolayıdır ki, Allah onların adlarını Hasan ve Hüseyin
olarak verdi. Ey Fatıma, senin
baban iki tane Cennet elbisesi giyecek, Ali de iki Cennet
elbisesi giyecek, o anda Hamd
bayrağı elimde olacak, ümmetim bayrağımın altında olacak,
o zaman bayrağı Allah’ın katında kerametinden dolayı
Ali’ye vereceğim. Bunun üzerine bir nida gelecek ki: Ey
Muhammed, en güzel dede senin deden İbrahim ve en güzel
kardeş de senin kardeşin Ali’dir. Sonra Allah beni
çağırdığında Ali’yi de çağıracaktır. Ben diz üzerine
oturduğumda o da oturacak, ben şefaat kıldığımda kendisi
de şefaat kılacaktır, ben icabet ettiğimde Ali de benimle
icabet edecektir. Kendisi o makamrda,
elimde Cennet’in anahtarları olduğunda benim yardımcım
olacaktır. Ey Fatıma, hadi
artık kalk ve bil ki, o gün Ali ve şiası (yandaşları)
kurtulanlardır.
Esmer adam bu hadisi benden
duyduğunda, bana on bin derahim
(para) verilmesini emretti ve bana otuz tane elbise verdi
ve dedi ki: “Sen, nereden geliyorsun?” Ben dedim ki: “Ben
Kufe’den geliyorum.” Adam dedi
ki: “Sen Arap mısın yoksa köle misin?” Ben dedim ki:
“Hayır, ben Arabım.” Esmer
adam bana dedi ki: “Sen gözlerimi nasıl sevindirdiysen ben
de senin gözlerini sevindirmek istiyorum. Yarın falan
yerin mescidine yanıma gel, fakat yolunu şaşırmadan gel.”
Ben de esmer adamın evinden çıkıp beni mescidinde bekleyen
şeyhin yanına geri döndüm. Şeyh benim geri geldiğimi
gördüğünde beni karşıladı ve dedi ki: “Falanın babası (esmer
adam) seninle ne yaptı?” Ben de ona olanları anlattım.
Bunun üzerine şeyh dedi ki: “Allah ona bundan dolayı
hayırlar ihsan etsin ve Allah bizleri, hepimizi Cennet’te
buluştursun.”
Ey Süleyman, ben de
sabahladığımda katıra binip esmer adamın tarif ettiği
mescidin yolunu tuttum. O kadar yol gitmiştim ki, yolu
şaşırdığımı zannedip korkmuştum, o anda ezan sesi duydum.
Hemen mescidin olduğu yere vardım ve kendi kendime dedim
ki: “Allah’a yemin olsun ki, bu toplum ile namaz kılacağım.”
Katırın üstünden inip mescide girdim, mescidin içinde beni
vaat eden esmer adamın şeklinde olan bir kişinin sağında
durdum. Rükü’ya varıp secde
ettiğimiz zaman yanımda duran adamın yüzünü örten baş
sarığı aralanıp, yüzünün domuz yüzü, ellerinin ve
ayaklarının da domuz el ve ayakları olduğunu gördüm. Bu
adamdan gördüğümü o kadar düşündüm ki, namazda ne
söylediğimi, namazın nasıl bittiğini bilemedim. İmam,
selam verdikten sonra sağımda duran adam yüzüme doğru
bakıp dedi ki: “Sen dün kardeşimin yanında iken sana falan
yere gel, dememiş miydi?” Ben dedim ki: “Evet, demişti.”
Bunun üzerine adam, elimden tutup ayağa kalktık ve onu,
gittiği odaya kadar takip ettim. Adam, bizim gittiğimizi
seyreden mescittekilere dedi ki: “Yanımıza girmesi için
hiç kimseye izin vermeyin.” Sonra arkamızdan kapıyı
kapattı ve üzerindeki elbiseyi yırtıp vücudunu gösterdi.
Baktım ki, vücudu da domuz vücutluydu. Ben bu durumu
görünce dedim ki: “Ey kardeş, bu senden gördüğüm durum
nedir?” Kendisi dedi ki: “Ben bu toplumun müezzini idim.
Her gün ezan ve ikamet arasında Ali (as)’yi bin kere lanet
ederdim. Cuma günü olduğu bir gün Ali (as)’yi dört bin
kere lanet etmiştim ve onun evladını da (imamları) lanet
etmiştim. Sonra işte şu evimde olan dükkanımın duvarına
yaslanmıştım ki, uyku bastırdı ve uykumda kendimi sanki
Cennet’te gördüm. Cennet’te giderken nurdan bir
namazlınğın üstünde Ali, Hasan
ve Hüseyin’in birbirine yaslanıp sevinçli olduklarını
gördüm. Biraz ötede Resulullah
(saa)’ı oturduğu yerde gördüm,
Hasan ve Hüseyin onun önünde bir bardak vardı. Peygamber
Hasan’a buyurdu ki: Bana içir, içtikten sonra Hüseyin’e
buyurdu ki: Baban Ali’yi içir. O da içti. Sonra Hasan’a
buyurdu ki: Cemaati içir, cemaat içtiler. Bunun üzerine
Resulullah (saa)
Hasan’a buyurdu ki: Dükkanına yaslanan bu adamı da içir.
Hasan o anda yüzünü benden
çevirip dedi ki: “Ey baba, buna nasıl içecek vereyim ki,
kendisi her gün babamı bin kere lanet eder ve bu gün (Cuma)
babamı dört bin kere lanet etti?”
Resulullah (saa) bunun
üzerine buyurdu ki: “Ey Allah’ın laneti üzerine olan kişi,
nasıl olur da kardeşim Ali’yi lanet edip kötülersin?
Allah’ın laneti senin üzerine olsun, sen mi oğullarım
Hasan ve Hüseyin’i söversin?” Bunun üzerine peygamber
benim üzerime tükürdü ki, tükürüğü yüzümü ve cismimin
hepsini örttü. O anda uykumdan uyanıp, peygamberin üzerime
tükürmüş olduğu yerleri şimdi gördüğün halde (domuz
vücuduna dönüştüğünü) gördüm ve böylece soranlar için bir
ayet oldum.”
Ey Süleyman, Ali (as) hakkında
sana anlattığım bu iki hadisten daha acayip bir şey
duydun mu hiç? Ey Süleyman, Ali’yi sevmek iman ve onu
buğz etmek münafıklıktır.
Ali’yi ancak mümin sever ve ancak kafir kin besler.
Süleyman (A’meş) dedi ki: “Ey
halife, emân verirsen konuşmak
istiyorum.” Halife Mansur dedi
ki: “Evet, istediğini konuşabilirsin.” Süleyman dedi ki:
“Bu anlattıkların adamları (Ali, Hasan ve Hüseyin’i)
öldürenlerin hakkında ne dersin?” Halife
Mansur dedi ki: “Hiç şüphesiz
Cehennem’dedirler.” Süleyman dedi ki: “Onların evladının
evladını öldürenlerin hakkında ne dersin?” Bunun üzerine
halife Mansur başını yere
doğru eğerek dedi ki: “Mal, ortak kabul etmeyen bir
varlıktır. Fakat sen ey Süleyman, Ali’nin faziletleri
hakkında istediğin kadar herkese anlatabilirsin.” Bunun
üzerine Süleyman dedi ki: “Her kim Ali evladını öldürürse
ateşte olacaktır.” Orada hazır olan
Amru bin Ubeyd dedi ki:
“Ey Süleyman, doğruyu söyledin, Ali’nin evladını
öldürenlerin vay haline.”
Sonra Süleyman, halife
Mansur’un huzurundan çıktı ve
bunun üzerine halife Mansur
dedi ki: Amru’nun hatırı
olmasaydı Süleyman canlı olarak benim huzurumdan çıkmazdı.
(Bu hadis, Abbasi halifesi
Mansur ve
Ehl-i Beyt
muhiplerinden olan Süleyman el-A’meş
diye tanınan bir hadis alimi arasında cereyan etmiştir.
Anlatılan hadisler ise halife
Mansur’un hilafetinden önceki hayatından
anlatılmıştır)
Kaynak: Ebul Hasan Ali
bin Muhammed İbn-i
Meğazeli’nin “Menakıb’u
Ali bin Ebi
Talib
Aleyhisselam” kitabı s.144-155 / el-Meclisi'nin “Bihar'ül
Envar” kitabı c.37, s.89-93 /
ed-Deylemi’nin
“İrşad’ül
Kulub” kitabı c.2, s.427-432 / Şeyh
Saduk’un “Emali”
kitabı s.435-441 / İmadettin
et-Tabari’nin “Beşaret’ül
Mustafa lişiatil
Murtada” kitabı s.171-175 /
Muhammed bin Hasan el-Fettal’ın
“Revdat’ül Vaizin” kitabı
c.1, s.119-124 / Allamet’ül
Hilli’nin “Keşf’ül
Yakin” kitabı s.309-321 / Enis
Emir'in "Fazilet-i Ehl-i
Beyt-i
Resulullah" s.427-433
-
Muaviye,
Hz.Ali’ye sövdü. Bu konuda
Ehli Sünnet’in şu kaynak kitaplarına başvurunuz. (İbn'
ül Esir' in "Üsd'
ül
Gabe" kitabında c.1, s.134 / El-Askalani'
nin “el-İsabe”
kitabında c.1, s.77 / El-Kamil
İbn’ül Esir c.3, s.302 / el-Suyuti'
nin "Tarih'ül
Hulefa" kitabında s.190 /
İbn-i
Abdurabbih’in “el-İkd’ül
Ferid” kitabında c.2,
s.144 / İbni
Hacer el-Heytemi'
nin "Sevaik'
ul
Muhrika" kitabında s.33 /
Nehc'ül Hak ve
Keşf'üs
Sıdk' kitabında s.310)
Bütün valilerine de Ali’ye sövmeleri için emirler
verdi ve bu 1001 ay süren bir gelenek haline gelmişti.
"Ali
ve tabileri (yandaşları) Kıyamet gününde kurtulmuş
olanlardır" Hadis-i Şerif Bkz.(İbn-i
Asakir'in "Tarih-i
Dimaşk" kitabı c.3, s.328
Hadis no : 848 / el-Kunduzi
el-Hanefi'nin "Yenabi'ül
Mevedde" kitabı s.180 / el-Münavi'nin
"Künüz el-Hakaik"
kitabı s.92 / ed-Ed-Deylemi'nin
"Firdevs
bi-Mesur
el-Hitab" kitabı c.3, s.61)
Resulullah (saa)
şöyle buyurdu : "Ali'yi
sevmek iman, ona kin beslemek nifaktır"
Bkz. (Sahih-i
Müslim c.1, s.61 / Sünen-i Tirmizi
c.8, s.306 / Sünen-i Nisai c.6, s.117 / el-Kunduzi
el-Hanefi'nin "Yenabi'ül
Mevedde" s.55)
|